Nuri Pehlivan ve..
Geredenin sağında, babamın amcasının tek katlı evi vardı.
İsmi ile anmazdık, biz O’na “Küçük
Dede”, hanımına “Küçük Nine “ derdik.
Küçük Dede’nin adını da yıllar sonra öğrendim; Nuri
Özdemir. Namıyla; Nuri Pehlivan, güreşte
yaptığı ‘tırpan’ oyunuyla rakiplerini yenermiş.
Küçük Dede, bizim evden yana evinin sundurmasına attığı
sandalyede, elinde sigarası gün boyu otururdu. Amcalarım, kuzenlerim güreş
tuttuklarında seyrederdi. Küçük Ninemiz (Fethiye Akay) çakır gözlü, konuşkan,
ufak tefek bir hanımdı. Ev, ambar, kümes ve toprak fırın arasında sürekli telaşlı
haliyle gezer dururdu. Akşam üstleri tavuklarını yemlerken, tavuklarını
Çerkesce seslenmesine bayılırdım.
Avlunun solunda, altı adet honi şeklinde kalın ve sağlam
ağaç direkler üzerinde Küçük Dedemin ve bizim ambar vardı. Ambar gözlerinde mısır,
buğday, soğan, patates, un çuvalları; içinde elma, armut meyveleri seriliydi.
Ambarın yanında toprak
fırın.
Avlunun ortasında kocaman bir meşe ağacı vardı. Uzun
yıllar koca meşenin etrafında, gölgesinde, üzerinde oynadık. Dibinden yükselen
kokulu kara üzüm asması meşenin dallarını sarmış, adeta yeşilin tonları
birbirine karışmıştı.
Bektaşağa, doğal meşe ve gürgen ağaçlarının yoğun olduğu orman içi
bir köy. Orman İdaresinin ihtiyaç kaleminden kışlık odununu temin etmek isteyen
bizim gibi yerleşikler, bu ormandan yakacaklarını sağlıyordu.
Kışlık odunu hazırlama zamanı geldiğinde, bir gün önceden
yan yatmış, birbirine çok yakın
gürgenleri keserdik. Ertesi gün öküz arabasını koşar, kesip sakladığımız
ağaçları eve taşırdık. Benim için o gürgenliğe girmek adeta cennete girmek gibi
bir şeydi. O hava, o yaprakların renk çümbüşü, o uçuşan, sürünüp kaçan
hayvanların sessizlik içindeki sesi bir başkaydı, bir başka.
Hele mazının ormanın derinliklerinde yankılanan sesi ..


Yorumlar
Yorum Gönder