Süreyya Kandemir - Hayat Hikayem 1994

Süreyya Amca ve ailesi..

Süreyya Amca'nın 19.04.1994 tarihli "Hayat Hikayem" diyerek yazdığı anıları kızı Avukat Hicran Kandemir tarafından elime ulaştı. 
Yaklaşık on yıldır köyüm ile ilgili belge ve bilgi toplamaya çalışırken bu anılar benim için çok kıymetli bilgiyi teyit ediyor; dedesi Zazi Efendinin mezar yerinin, Rıfat Aldemir'lerin arsalarının doğusundaki kabristanı.! Bugün yerinde olmayan, Bektaşağa Köyünün ilk mezarlığı. 
Bu mevkinin köy içindeki statüsü nedir, kime/nereye  aittir bilmiyorum.                      Yıllardır muhtarlarımız neden burayı onca uyarıya rağmen çevirmez, ilk haline getirmez, korumaz anlamış değilim.!


Süreyya Kandemir (1933 -  ? ) SİNOP
Ailenin 10. Çocuğu olarak Sinop ilinin Arap Köyünde doğdum. Bugün Bektaşağa köyünün bir mahallesi bulunan Arap Köyü öncesinden bugünkü Bektaşağa Köyünden ayrı- bağımsız – bir köydü. Cumhuriyet döneminde yine bağımsız bir köy olan Bektaşağa köyü ile birleşti. O zamandan beri de Bektaşağa Köyünün bir mahallesidir.

Babam Mahmut Osman, 93 Kafkas Muhacirlerinden Çerkes  Zazi Efendinin dördüncü evladıdır. Zazi Efendinin diğer oğulları Musa ve Yusuf Efendiler  bekar ölmüşlerdir. Kızı “Take” halen “ Bök” soyadlı kuzenlerimizin anneleri tarafından olarak büyük anneleri  tarafından olarak bulunmaktadır. Bugün Erfelek ilçesinin  (sayfa2) İncirpınarı Köyünden Kafkas muhaciri Aslanbey ile evli bulunmakta idi.
Dedem Zazi Efendi ; (Bektaşağa Köyüne gelen Çerkeslerin lideri Zazi Efendi ile ilişkisi yoktur.)  Önce Samsun’un Vezirköprü ilçesindeki Baklan Köyüne kardeşleri ile yerleşir. Halen Boyabat ilçemizde bulunan Müşereflerin annelerinin babaları olan Ahmet Çavuş ve Cumhuriyetin ilk günlerinde Sinop’ta avukat olarak bulunan Hacı Hasanlar dedem Zazi Efendi ile öz kardeş  (sayfa3) çocukları bulunmaktadır.  Bilahare ailece bekar bir kız kardeşini beraberinde  getirerek Bektaşağa Köyüne gelerek yerleşir. Bektaşağa Köyünde Kocaer'lerin ikamet ettikleri İlköğretim okulunun güneydoğusundaki yerdir. Beraber getirdiği kız kardeşini de Hacıbey namı ile maruf Hacımaf ile evlendirir. Bektaşağa Köyüne yerleşini takiben çok geçmeden kendileri ve eşi, en küçükleri babam olmak üzere üç oğulları ve bir kız evlatları sağ olamakta iken ebedi hayat intikal (sayfa4) ederler.
Babam  Mahmut Osman efendinin dediğine söylediğine göre babası Zazi Efendi ve eşinin kabirleri  Rıfat Aldemir’lerin arsalarının doğusundaki kabristandadır.

Babam Mahmut Osman evlenme çağına geldiğinde Blanğabze kabilesinden olup halen yaşayanlardan bazılarının çok iyi tanıdığı Sağır Hasan dedenin (Dabış)  ölmüş olan büyük ağabeylerinin kızı Fatma ile evlenir. İlk eşi Fatma’nın babası ölmüş ve annesinin de Baklanlı oluşu nedeniyle babam (sayfa5) Mahmut Osman Efendi Bektaşağa köyündeki evi kardeşine bırakarak  eşi Fatma’nın evine yerleşir. (Bu ev halen Mecit Ağabeyimin oğullarına bıraktığım Arap mahallesinin batısındaki dere-orman kıyısındaki  tarlada idi.) İlk eşi Fatma’dan İzzet, Rasim, Mecit, Kadir ve İsmail’ler doğar. Fatma hanımın ölümü üzerine İncirpınarı Köyünde evliyadan  Şeyh Mustafa sanı ile maruf zatın oğlunun ölümü ile dul kalan gelini ile evlenerek çok yaşlı bulunan Şeyh Mustafa ve bakımlık kalan Şeyh Mustafa’nın (sayfa6) yetim kalan torunlarını bakımı için İncirpınarı Köyünde Şeyh Mustafa’nın evine yerleşir.Aynı köyün imam-hatibi olarak görevlendirilir. İkinci eşi hanımda evliliklerinin 5. yılında doğum sırasında bebek ile birlikte ölür.Bu durumdan sonra ağabeyim İzzet’in ısrarlı isteği ile Arap Köylü (sayfa7) Şınak Sali adlı Çerkezin kızı Fatma ile evlenir.Babam Mahmut Osman’ın 3. Eşi bulunan Fatma Elmas’tan Kadriye, Nahide, Muslimet, Vahide, ben ve Güner’ler doğarız.  Böylece Mahmut Osman’ın  (sayfa7) çocuklarının sayısı 11’e ulaşmış olur. Bu arada Şeyh Mustafa ölür. Yetim torunları da birbirlerini  koruyacak hale gelir. Üçüncü eşi benim annem Fatma Elmas’ın babasının ölümü üzerine  Fatma Elmas’ın babasının Arap  Köyüne yerleşir. İncirpınarı Köyü camisi imam-hatipliğini yalnız Cuma namazlarını kıldırmak suretiyle 1932 yılına kadar  devam ettirir. 1932 yılında Bektaşağa  Köyü imam-hatibinin ölümü üzerine Bektaşağa köyü halkının ısrarlı isteği ile 1932 de beş vaktin ibadetini yaptırmak yükümlülüğü ile resmen görevlendirildi.  

Bu noktadan sonra tekrar kendi hayat hikayeme dönüyorum.


Süreyya Kandemir'in hatıralarının el yazısı ile l. sayfası. 
Normalde okul çağına 1939 yılında girmiştim. Hatırladığım kadarı ile köyümüz o tarihte harap olan köy okulunun yıkılışı sonucu okulsuz kalınmış. Bu nedenle verilen öğretmen olmamış. Tayin edilen lise mezunu vekil öğretmenler ile harap ve metruk bulunan evlerde öğretimin sürdürülmesine çaba sarf ediliyormuş.  Bu durumu hoş görmeyen ailem o yıl okula kaydımı yaptırmamış. Mütakip yılda okul  hepten kapanmış. Bu durumlar nedeni ile iki yıl gecikmeli olarak 1942/1943 öğretim yılında Sinop Merkez Cumhuriyet  İlkokulu (sayfa9)da birinci sınıfa başladım.

Bir anı;  Herhalde devam başladığım bir, birbuçuk ay olmuştu. O sıra köyümüze asil bir öğretmen tayin edilir. Biraz hallice bir ev okul için temin edilir. Öğretmene de kısa bir süre olmak üzere bir ailenin yanında kalışı sağlanarak sahibi köyde bulunmayan  bir ailenin çok mükemmel bir evin öğretmen için evi olarak tahsis edileceğinden ümitlendirilir.  Okul olarak yararlandırılmak üzere kararlaştırılan evde öğretim başlar. Bu durum üzerine ailem beni köye alır. Ancak köye alınışımın (sayfa10) nedeni sınıf öğretmenine  Başöğretmenine velim tarafından bildirilmiş olacak ki, köyüme verilen öğretmenin meslekten ayrılışı sonunda  okulsuz kalınınca beni tekrar il kaydımı yaptırdığım Sinop M. Cumhuriyet İlkokuluna götürülerek önceki sınıf öğretmenime müracaat ettik. Sınıf öğretmenim beni okul başöğretmenine  (Hasan Aytaç) nasıl olmuş ise sınıf öğretmeni  ile ben yalnız oluyorum)  çok şiddetli iki tokat atarak "istediğin zaman gel, istemediğin zaman git " sözünü kullanarak çocuk onurumu zedelemişti.  Bu durumu onlar emekli ben ise öğretmen olduktan sonra ilkokul arkadaşlığımızın devamı olarak tanışık olduğumuz öğretmen olan kızı Fatma Hanımın evimde bir aile toplantısında bir anımı anlatmam için ısrar edince, hakikaten öğretmenliğim  süresince bana yön vermekte çok büyük etken olan bu anıyı anlattım. Belki de çok etkili oldu, ama çok gülüştük. Kendileri her zaman aşırı sertliğinden şikayetçiliğini de beyan ettiler.(sayfa12)

1943/44 öğretim yılında kendi köyümün, Bektaşağa Köyünün ilkokulunun yapımı bitmişti. Mütakip sınıflardaki öğrenimimi orada tamamladım. 1947 öğretim yılında sınavları kazanarak Kastamonu –Gölköy Enstitüsü’ne kaydoldum. Gölköy Estitüsü Kastamonu’nun 10km. kuzeybatı yönünde idi. Konumu eğitim amacına çok uygun olarak düzenlenmişti. Beş yıllık öğrenciliğim burada geçti. 3.sınıf öğretmen iken (30.03.1950) babamı kaybettim.  Bu olayın sarsıntısı bana  çok etkili oldu.Ne çare zamanla alışmak zorunda kaldım.Kastamonu Gölköy Enstitüsünü 52 yılı yaz döneminde bitirdim. (sayfa13)   İlk atamam Afyon ili emrine çıktı. Posta memurunun emrini getirdiği  19 Temmuz 1952 günü arkadaşlarla evimizin önündeki sahada futbol oynuyorduk. Zarfı nasıl açtığımı tarif edemem.

Bizim köyden benim gibi okulu yaz dönemi  bitiren Fikri Yavuz’du. Ertesi günü O’nunla buluştuk. O’nun da tayini Tekirdağ ili emrine çıkmıştı. Birlikte, okullarımızın açılışından bir ay öncesinden tayin yerlerimize gitmemizin “ çalışmalarımız için daha iyi olacağı “ düşüncesi ile görevlendirildiğimiz  illere 3 Ağustos 1952 günü  vapur ile birlikte İstanbul yolu ile gitmeye karar verdik. Ben daha önce Ankara’yı görmüş olduğumdan İstanbul üzerinden gidişle İstanbul’u görmeyi amaçlamış bulunuyordum. (sayfa14)  Fikri Yavuz ve ben kararlaştırdığımız üzere İstanbul yolculuğu için vapura bindik. 

Bu yolculuğumuz iki  değişik tesadüf  sonucu çok güzel geçti. Vapura çıkar çıkmaz ilk işimiz eşyalarımıza yer bulup  yerleştiğimde oldu. Vapur demir aldığında Sinop’a cephe teşkil eden  güverteden kasabayı seyre başlamıştık. O ara bana muhatap olan bir kamarot bana muhatap olarak biz iki arkadaşı başkaptanın  gemideki köşküne istediğini söyledi. Yine ben kamorata, ” bizim gemiye biletli olarak bindiğimizi buna niçin gerek duyabilmiş  olacağını” tartışarak kaptan köşküne yöneldik.
Kamarot, “Başkaptan’ın bu bu gibi hususlarla ilgilenmediğini, davette başka özel bir sebep olabileceğini” söyledi.  Köşkte Başkaptanın yanında yarı sakallı kişi vardı.Sinop’ta geçen günlerin özlemini gidermek  istediğini söyledi. Efendi görünümü olan sakallı arkadaşı ile mükellef bir sofrada  oturmamız için yer gösterdi. Ancak eşyalarımızı açıkta bıraktığımız için oyalanmaya müsait olmadığımızı söyleyince başkaptan  kapıdaki kamorata, eşyalarımız için emniyet için emretti. Oturduktan sonra kendimizi tanıttık, onlarda kendilerini.

Başkaptan ve konuğu 60 yaş civarındalardı. Başkaptan ilkokuldan okul arkadaşı konuğunu vapura binerken görmüş. Bu yolculuk süresince eski bir arkadaşı konuk edinmek üzere yanına almış. Misafir beyfendi o tarihte  Giresun’un  en büyük camisinde baş imam imiş.İlkokulu bitirdikten sonra hiç görüşmedikleri günlerin özlemini gideriyorlardı.

* Tevgapsöv Hicran.


Yorumlar

Popüler Yayınlar