Çerkes Çıkması



Çerkeslerin adetleri - görenekleri savaş ile şekillendiğinden olsa gerek katı, esnemez, hata kabul etmez tutumları vardı…”
Bu cümleyi okuyuncaya kadar, rahmetli babamın ” katı, sert ve hata kabul etmez “ tutumunu anlamak için O’nu yıllarca sorgulamıştım.

Kendime bakıyorum, amcalarıma bakıyorum,  kuzenlerime bakıyorum, diğer akrabalarıma bakıyorum  hepimiz aynıyız…
Meğer bu tutum bizim geleneksel bir özelliğimiz ve adına “ Çerkes çıkması” deniyormuş.


Rahmetli, babam Dilaver Özdemir “çıkma “ konusunda aile içinde epey ünlüydü.
Geriye dönüp baktığımda, babamın çıkmalarından en çok galiba ben nasiplendim.
Herhangi bir münakaşa ya da tartışma esnasında aniden parlar, eser- gürlerdi. Çoğu zaman karşısındakinin kalbini bu yüzden de kırardı. İster tanıdık bir ortam olsun, ister olmasın ne söyleyeceğinden geri kalırdı, ne de tutumunu değiştirirdi. Ama çok değil üç-beş dakika sonra, karşısındakine ağır sözleri söyleyen sanki o değilmiş gibi, yine tatlı konuşurdu. 
Tüm yaşamı boyunca çok kızdı, ama hiç kimseye kin gütmedi.
Bir konuyu anlayıncaya kadar kafasında ölçer, biçer, tartardı. Ayrıntılara –hatta çoğu zaman- ayrıntıların da ayrıntısına kadar inmekte üstüne yoktu.

Evde saygıya dayalı bir ilişkimiz vardı. Hep mükemmel olmamızı isterdi. Kurallar ve sorumluluklar  vardı. Bunlara kesin ve kesin uyulurdu. Uymama durumunda hesap sorulurdu.
Çocukluk ve gençlik yıllarımda hep kavgaların içinde oldum. Bir günden bir güne “Seni döveni, ben cezalandırırım “ demedi. Sevgisini ve korumacılığını alenen  göstermedi.
Söylemek istediklerini ve sinirlendiğini çenesini gıcırdatmasından anlardık.
Arada beklenmedik espriler yapardı.

Yemek konusunda katı ve kuralcıydı. Üç öğünü yemek isterdi.
Asla, -pazar günleri dahi- gravatını çıkarmaz, ev içinde pijama ile dolaşmazdı.
Siyasi takıntısı olmasına karşın, her türlü görüşe açıktı. Kabul etmediği bir şeyi de asla yapmaz ve benimsemezdi. Hiçbir zaman alenen küfür ettiğini duymadım.

Yaşadığı gelenekleri aynen sürdürmek isterdi. Meşhur “çıkmalarını” bir tek ağabeyine karşı yapmazdı/yapamazdı. Maddi manevi elinden geleni hısım akraba ile paylaşmayı çok severdi. Böbürlenmezdi. Aileye ve akrabalık ilişkilerine çok değer verirdi.
Her zaman gurur duydum.
Son nefesini verinceye kadar, tertip ve düzeninden, terbiyesinden, geleneklerine bağlılığından, çıkma'larından  vazgeçmedi.

Şimdi  anladım ve yaşıyorum ki, her Çerkes’in “derinlerde” üzerine basılınca gözü dünyayı  görmeyen ince bir damarı var.
Eşim-çocuklarım ve arkadaşlarım öyle diyor…



SÖZ   BABA
Ondört ay önce pankreas kanserine yakalandığını öğrenmiş, ölüm yolculuğuna çıktığını  biliyordu.
Çok değerli doktorların gözetiminde kanseri yenmek için her türlü tedaviye hep bir umutla girdi.
Yaşama inadı ve doktorların çabası sonucu değiştiremedi.30 Haziran2005, saat 06.50'de babam öldü.

74 yıla sığan ömründe, yaşanmışlara  bakınca, "nevi şahsına münhasır bir babaydı" benim babam.
Artık tedaviye cevap veremeyecek hale gelmiş bedenine rağmen, şaşılacak bir bilinç sağlamlığı içinde, ölümünden sonra yapılacakları tek tek sıralayarak  "bir Allah'a can borcum olsun" derdi.
Ölüm sabahı anneme son sözü "ağlamayın" oldu.
Ağlamadık baba! İnan ağlamadık !

Cenazene gelenleri "doğduğun evin" topraklarında hep güleryüzle; Çerkes gelenekleri içinde
"ölümü güleryüzle" karşıladık. Hatta, başka zaman yeri göğü inleten köpeğimiz "Fındık" bile onca yabancıya bir "hav" demedi.
Kanser Karadenizlilerin korkulu rüyası oldu. "Sıra kimde?" diye etrafımıza bakıyoruz.
Babasını, anasını kaybeden  her evlat gibi gözlerim yaş dolu benimde söyleyecek çok şeyim var. Ama söyleyemeyeceğim... Boğazıma düğümler takılıyor baba...
Hep bir şeyi tembihlerdin bize; "Ailene, vatanına ve milletine yararlı insan ol!"

Söz BABA!  Söz!
6 Temmuz 2005- Sinop


Yorumlar

Popüler Yayınlar